Drinking Song..


Ay'a giden ilk bayan...


Haydi zafere Türkiye!



Göğsümüzde ay ve yıldız
Sel olduk biz geliyoruz
Göğü titretir bu şarkımız
Yetmiş milyon söylüyoruz

OoOoO ... Türkiye Türkiye
Haydi zafere Türkiye Türkiye OOoOoO ...

Yer gök inlesin bu sesi dinlesin
Hep seninleyiz Türkiye
Yer gök inlesin bu sesi dinlesin
Hep seninleyiz Türkiye
OoOoOoOoOoO ...

Çalsın davullar essin rüzgar
Dalgalansın tüm bayraklar
Arşa yükselsin bu şarkımız
Omuz omuza yürüyoruz

Kardeş Siteden...

Dans dans...


Haydi...


Can Bedenden Çıkmayınca..


Mehmet Ağa..


CHP...

Dünya Başkenti...


Mektubun gücü...

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi icin bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi.

Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve derdini anlattı.

Sevgili David,

Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum.
Bahçeyi kazmak icin oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün
derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim icin hallederdin.

Sevgiler Baban

Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.

Babacığım,

Tanrı aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.

Sevgiler David

Ertesi gün sabaha karsı 4'de FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı
kazdı, lakin hic bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek
gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

Babacığım,

Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabilecegimin en iyisini
yaptım.

Sevgiler David...

Sevmek...

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.. "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı..

Kahveye tuz!..

Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..

Delikanlı anlattı:

"Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.."

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının.. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.

İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..

Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak..

..Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii..

Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü..

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu, satırlarında..

"Sevgilim, bir tanem..

Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok.. İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.

Lafı açıldığında bir gün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadının..

"Çok tatlı!.." dedi..

Zenginlik nedir?

Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi;

"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya;

"Peki sen ne öneriyorsun ?"

Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır".

Zorluklara direnmek...

Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy, multimilyoner Elmer Kelen'in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen'e yeterince benzediği görüşündeydi. Ancak, Kelen aynı fikirde değildi. Kibirli milyoner, resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.
Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu:
-Portreyi size benzemediği için reddettiğinizi belirten bir mektup yazabilir misiniz?
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisi'nde sergi açtı. Kelen in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teşhir edildiğini gördü.
Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen, resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen'in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.

Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, aynı zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almaya kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti. Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü. Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

Beklemeyin...

· Nazik olmak için bir gülümseme beklemeyin...
· Sevmek için sevilmeyi beklemeyin...
· Bir arkadaşın değerini anlamak için, yalnız kalmayı beklemeyin...
· Çalışmaya başlamak için en iyi işi beklemeyin...
· Biraz paylaşmak için çok olmasını beklemeyin...
· Öğütleri hatırlamak için, düşmeyi beklemeyin...
· Dua ’ya inanmak için acıları beklemeyin...
· Yardım edebilmek için zamanınız olmasını beklemeyin...
· Özür dilemek için diğerinin acı çekmesini beklemeyin...
· … ne de barışmak için ayrılığı Beklemeyin...

Çözüm basit...

Ne yapıyorsam senin için yapıyorum...

Bilmediğin kelimeyi kullanma...

Aha buraya yazıyorum..

Başvuru...

Havlu Dediğin Böyle Olur...

Bilmediğiniz Aleti Kullanmayın..


USA Navy...


Yanlış Anlama mı? Bence değil..


Mükemmel Melodi...


En İyilerim..2


En İyilerim..


Ne Malezya ne İran, favorim Lübnan..


İsteyenin bir yüzü...


İlk Chat Diyalogları...


Kesinlikle Olmuştur..


Ödemeden geçemezsin...


Reklamcı...


İntikam..


Çocuktan Al Haberi..


Zararlı Maddeler...


Casus...


Bilginiz yoksa, karar vermeyin...

1962 yılı, Hava Kuvvetleri Çiğli üssünde görevli bir üsteğmenin İzmir Türkay Koleji’ nde derse girmesi gerekir. Sınıfa girer, tüm öğrenciler ayağa kalkar; bir öğrenci hariç! Öğrencilerden biri subayın gözlerine baka baka ayağa kalkmaz., Üsteğmeni arkadaşları önceden uyarmıştır: “Özel okul, öğrenciler şımarık” diye. Üsteğmen öğrenciye bağırır: “Bu ne terbiyesizlik! Sınıfa bir öğretmen giriyor ve sen ayağa kalkmıyorsun, ben sana haddini bildiririm, kalk ayağa!”
Öğrenciler cevap verir: “Arkadaşımızın bacakları yok..

Zeka....

Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selim'e. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.. Yani Osmanlıya acayip bir hakaret !!! Cihan padişahı emir veriyor, " herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz." Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide kumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusulaya bir satır yazı. Gönderiyor... Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor. Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor: " Herkes yediğinden ikram eder."

Önyargı...

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da,oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır... Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir...Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebegin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Einstein'in söyledigi rivayet edilen bir söz var "İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor!"

Örnekleriniz mantıklı olsun...

Bill Gates Microsoftsun bir seminerinde bilgisayar sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme yapmış.
"Eğer Volkswagen firması son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup dünya turu atmamız mümkün olacaktı"
Birkaç gün sonra VW firmasının bir basın açıklaması yayınlanmış."Eğer otomotiv sektörü Bill Gates in işletim sistemi gibi gelişmiş olsaydı, her alacağımız arabada tek koltuk olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda kalacaktık; arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak; gösterge tablosundaki tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde ARABANIZ GEÇERSİZ BİR İŞLEM YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAKTIRyazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra arabanın hava yastıkları açılmadan önce bir düğmenin üzerinde HAVA YASTIKLARI AÇILACAK EMİN MİSİNİZ diyen bir ışık yanacaktı"

İdari Düzen...


Ülkemdeki sınıfsal çatışma...


"Sorun çözümü görememelerinde değil sorunu görememelerinde."


Osman Efendi...

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zurih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.Sonuç:Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan OsmanEfendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberiBerber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıldönmüş olmasın" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalarkoklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR :
1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar BerberMehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek.
2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.
3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.

İlginç Bilgiler..

Tahminlere göre yeryüzündeki milyonlarca ağaç sincapların gömerek sakladıkları, sonra da unuttukları kozalak türü ağaç tohumlarından kazara yetişmiştir.
Ernest Vincent Wright’ın yazdığı "Gadsby" adlı 50,000 den fazla kelimelik romandaki hiç bir kelimede E harfi bulunmamaktadır.
ABD de her 45 saniyede bir bir evde yangın çıkar.
Güneş Dünyadan 330,330 kat daha büyüktür.
Bir köstebek sadece bir gecede 90 m tünel kazabilir.
Eski Mısırlılar taştan yapılmış yastıklarda uyurlardı.
Bir hipopotam ağzını açarsa 120 cm boyunda bir insan onun içine rahatça sığabilir.
Dünyada her yıl 50,000 den fazla deprem olmaktadır.
Kedi ve köpekler de insanlar gibi solak ya da sağak olabilirler.
Bir zarın herhangi bir yüzü ile onun tam arka yüzündeki rakamların toplamı daima 7'dir. İnsanlar parmak izinden, köpekler burun izinden tanınır.
Boğalar renk körüdür, bundan dolayı matadorun elindeki beze saldırırlar, rengi ne olursa olsun. Elmalar sabahları insanları uyanık tutmak için en verimli kafein kaynağıdır.
Sıkı çalışan bir erişkin günde 15 litreye yakın terler. Bu terin çoğu insan daha farketmeden buharlaşır.
Ortalama bir buzdağı 20,000,000 ton gelir.
Zehirli oklu kurbağada 2,200 insanı öldürebilecek kadar zehir bulunur.
Kibrit kutusu büyüklüğündeki altın külçesi yufka gibi açılarak bir tenis kortu büyüklüğüne kadar yırtılmadan uzatılabilir.
Karasinekler hakkında da bir şey var, ama sanırım hoşlanmazsınız, çünkü tam "ben Sinek filmini bile midem bulanmadan seyrettim," diyenler için: After eating, a housefly regurgitates its food and then eats it again!
Noel Baba'nın geyiklerinin adları: Dasher, Dancer, Prancer, Vixen, Comet, Cupid, Donder, Blitzen ve Kırmızı Burunlu Rudolph
Pamuk Prenses'in 7 cücesinin adları: Happy, Grumpy, Sneezy, Doc, Dopey, Sleepy ve Bashful.

Jenerasyon farkı mı? O da ne?


Herşey ceza ile olmaz..İkna etmek lazım!


Chicken comes first...


Çalışma Hayatı...


Soru-Cevap...

Büyük İskender (Kurtlar Vadisindeki çakma İskender değildir), felsefenin duayeni sayılan Aristo’ya bir mektup yazar. “Zaptettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım” diye şu soruları sorar:

1- Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?
2- Ülkenin ileri gelen insanlarını hapse mi atayım?
3- Ülkenin ileri gelen insanlarını kılıçtan mı geçireyim?

Aristo cevap gönderir:

1- Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar.
2- Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar.
3- Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.Çözümü şöyle anlatır:

“İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın.